ANTİKACI DÜKKANI

Sene 2000. İstanbul Taksim’de çukurcuma yokuşundan iniyoruz.
Eşim tanıştığımızdan beri hep ileriye yönelik bir projesinden bahseder ve beni bu konuda onunla bu hayalini paylaşmam için ikna etmeye çalışırdı. Hayali; antika eşyalarla döşenmiş, duvarları eski kitaplarla doldurulmuş bir kafeterya, bir danışma kulübü gibi bir yeri işletmekti. Yaşlılığımızda nezih böyle bir mekan güzel olabilir, neden olmasın?
Bu yokuştan aşağı tanıdığı bir antikacının dükkanına gidiyoruz. Zaman zaman aldığı antika parçaların bilgilerini evde benimle paylaşır, yerleştirmekten, biriktirmekten büyük keyif alırdı. Büyüdüğüm ev ve çevremde bana yabancı olmayan ancak özellikle o güne kadar dikkatimi çekmeyen bir konuydu. Doğru düzgün bir koleksiyonum veya özellikle satın aldığım bir antika eşyam olmamıştı.
Eski taş bir binanın zemin katında açık ahşap bir kapıdan girip merdivenle aşağıya iniyoruz. Loş ve ağır kokuların oluşturduğu havasız bir ortam. Her şey, bir başka şeyin üstünde adeta. Tavanda her an düşecekmiş gibi sallanan avize çok kollu, ancak üç ampulü yanıyor. Dükkan sahibi orta yaşlı bir bey bizi arka tarafta üstü boş olan iki berjer koltuğa götürerek oturmamızı söyledi. Megafondan üç çay istedi. Ayağı içeri yamulmuş pufu çekti ve oturdu. Korkutucu bir film şeridi gibiydi. Antika ile ilgili bir dükkan hayali benim için o gün için Çukur cumada başlamadan bitmişti. Düzensiz, kötü kokulu, tozlu, hasarlı, izbe, eski ….bütün bu sözcükler benim hayallerimin ötesinde taşıyamayacağım vasıflardı.
‘Her şeyde bir hayır vardır’ demiş ya Atalarımız. Aynen öyle; o günlerde çok şık, görkemli, tertipli bir antikacı dükkanına girip bu işe heveslenip İstanbul’da bu işe soyunsaydım; bu gün şu olduğum durumda işinden keyif alan, her gün bilgisini arttıran, ürün yelpazesini geliştiren biri olamazdım. O yıllarda benim ‘Ticaret’ ile ilgili bilgilere ulaşmam için yaşamam gereken sınavlarım, yaşayacaklarım varmış. Çukur cumada yaşadığım hayal kırıklığı farklı bir şekilde yine yaşanır ve bir daha Antika konusu benim için tekrarlanmamak üzere kapanırdı.
Sene 2002 yılsonu Cunda’da üç senedir yazları gidip geldiğimiz evimize uğradık. Biraz da niyetimiz burada yerleşmek amaçlı araştırma yapmaktı. Biz çalışmadan ayağımızı uzatıp sadece ev ve bahçe işleri ile yaşantımızı tüketecek yapıda insanlar değildik. Bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Çarşının içinde direkleri üzerinde daha çatısı alınmamış yarım bir inşaat vardı. İki senedir önünden gelip geçtikçe seksen metre kare kadar olan bu alanın ne kadar güzel bir antikacı dükkanı olabileceğini hep düşünürdüm. Seyahatlerimiz sırasında bir çok ülkede gördüğüm antikacı dükkanları ile bu konudaki korku ve takıntılarım bitmiş, hatta kendime göre yeni hayaller oluşturmaya başlamıştım. Yaklaşık iki senedir koleksiyonlarım oluşmuş ve antika için özel bir bütçe ayırır olmuştum.
Eşimle bu natamam inşaatın önünde aynı şeyleri düşündüğümüz anda hemen araştırıp, sahibi ile konuşup inşaatını tamamlama karşılığı belli bir süre kiralayarak emelimize kavuşmuştuk. 2003 yılı Şubat ayı dükkanımızın içine ilk eşyaları taşımış, muhasebe işlemleri tamamlanmış dükkanın açılışı ile ilgili programlar yapmaya başlamıştık. O yıl düşündüğümüz gibi coşkulu geçmedi.
2003 benim eşimle beraber özel sınavlarımızı yaşadığımız bir yıldı.
Sağlığımızla ilgili epey ağır operasyonlar geçirdik. Nekahat dönemlerimiz acılı ve uzun sürmüştü. Çocuklarımızın en zor, problemli dönemleriydi. Bizim sağlık sorunlarımız onların problemlerinin içinden tekrar doğarak gerçek hayata dönüşlerini sağlamıştı. İstanbul’daki işlerimizin getirdiği zorluklar ayrı bir konu. 2003 de biz ailecek bütün bunların altından kalktık. Arındık, cesaretle yeni oluşumları kucakladık, bugün ki düzenin geniş sahanlığını döşeyip yolumuza devam ettik. 2004 Dükkanımızda yaşantımızda yepyeni bir sayfa açmıştık.